Bawer Dersim: Dersim onurlu temsilcilerinin izinden gidecek

Türkiye’deki gelişmeleri, devletin 91 yıldır Dersim üzerinde uyguladığı politikaları, CHP’nin Kürt ve Alevi yaklaşımını değerlendiren Halk Savunma Merkez Karargâh Komutanlığı Üyesi Bawer Dersim, 30 Mart yerel seçimler öncesi Dersim halkına seslendi;  Dersim'in Sakine Cansızlar gibi onurlu temsilcileri olduğunu hatırlatan Bawer Dersim, "Bir oyun bile önemli olduğu bu seçimlerde herkes oylarına ve iradesine sahip çıkmalıdır" çağrısında bulundu. 

ANF’ye konuşan Bawer Dersim, kentte AKP’nin de CHP’nin de oy karşılığında iş vaadinde bulunduklarını, para dağıtarak halkın iradesini satın almaya çalıştıklarına dikkat çekerek “Özellikle Fethullahçıların bu yönlü çok yoğun bir çaba içerisinde olduğuna dair elimizde bilgiler vardır. Taşıma oylarla CHP’nin kaybetmesi engellenmek isteniyor, çünkü devlet CHP eliyle Dersim’i kontrol altında tutmak istiyor” dedi.

Bawer Dersim, Dersim halkını iradesine sahip çıkarak Devrimci Güç Birliği’nin adaylarına oy vermeye çağırdı.

30 Mart yerel seçimleri hem Ortadoğu’da hem de Türkiye’de çalkantılı bir dönemde gerçekleşiyor. Bu seçim Türkiye’deki gelişmeleri nasıl etkileyecek ya da seçimler bu gelişmelerin neresinde yer alıyor?

Ortadoğu’da yüzyılların biriktirdiği sorunların halkları nefes alamaz duruma getirmesi ve bunun sonucu olarak çelişki ve çatışmaların giderek derinleşmesi, köklü bir değişimi zorunlu kılıyor. Bölgede büyük bir altüst oluş var. Eski statüko parçalanıyor, bölge büyük bir dönüşüm sürecinde. Değişime direnen güçler kendilerini krizlerin pençesinde buluyor. Kendini yakıcı bir biçimde dayatan Kürt sorununu demokratik yollardan çözmek istemeyen Türkiye bu güçlerin başında geliyor. Demokratik değişime karşı duruş Türkiye’yi ciddi bir sistem krizine götürmüştür. Bu durum Türkiye’yi ciddi bir çatışmaya doğru sürüklemektedir. AKP- Fethulahçılar çatışması buz dağının görünen küçük bir kısmını ifade ediyor. Türkiye’de devlet krizi çok daha derindir. Ayrıca bu krizin uluslararası boyutlarını da göz ardı etmemek gerekir.

HDP HALKLAR İÇİN UMUT KAYNAĞI

Böylesine hassas bir süreçte seçimler daha fazla önem kazanıyor. İktidar açısından varlık-yokluk sorunudur. Kürt halkı ve demokrasi güçleri için de yaşamsaldır. Önder Apo’nun 21 Mart 2013 Amed Newrozu’nda ilan ettiği yeni mücadele süreci seçimleri daha da önemli kılmaktadır. Seçimler Türkiye demokrasi güçleri açısından da son derece önemlidir. Türkiye yönetilemez bir duruma gelmiştir. İktidar rüşvet ve yolsuzluk batağına saplanmışken, kitlelerin demokratik siyasetten beklentileri daha da artmıştır. İktidarın giderek otoriter ve faşizan bir karaktere bürünmesi ve kitlelerin demokrasiye olan ihtiyacının yakıcı hale gelmesi,  halkların demokratik seçeneğini açığa çıkarmayı zorunlu kılıyor. Halkların politik seçeneğini oluşturmada HDP önemli bir umut kaynağı olarak siyaset sahnesine çıkmıştır. Bu nedenle HDP’ye yönelik örgütlü ve sistemli faşist saldırılar yapılmaktadır. Bu tür ırkçı ve faşist provokasyonlarla halkların demokratik gelişiminin önü kesilmek istenmektedir.

Kürdistan’da ise Kürt Özgürlük Hareketi’nin Ortadoğu’da çok önemli bir siyasi aktör haline gelmesi ve her geçen gün artan halk desteğinden tedirgin olan güçler BDP’nin tarihi başarısının önünü almak için her türlü yönteme başvurmaktadırlar. Bol bol para dağıtarak, oy satın almaktan tutalım bölge yerlisi olmayan memur, polis ve asker oylarını AKP ve CHP gibi düzen partilerine yönlendirmeye kadar birçok yöntemle sömürgecilerin Kürdistan’da ağır bir yenilgi almasının önüne geçmeye çalışıyorlar.

Dersim özeline gelirsek, Dersim’e dönük nasıl bir politika var?

Dersim, devlet ve demokrasi güçleri açısından tarihi önemi olan özgün bir yerdir. Dersim’in simgesel bir önemi vardır. Dersim Kızılbaş Aleviliğinin önemli merkezlerinden biri olarak sistem açısından ‘büyük bir tehdit’ olan Kürt kimliğine sahiptir. Soykırımcı Kemalist rejim açısından her zaman denetim altında tutulması gereken bir yer olarak görüldü. Dersimlilerin inancı, kimliği ve dili hep sorunun kaynağı olarak görüldü. Rejim açısından büyük bir tehdit olarak algılanan bu kimlik ve kültür sürekli vahşi yöntemlerle yok edilmeye çalışıldı. Soykırım amacıyla defalarca Dersim’e askeri harekâtlar düzenleyen Türk ordularına geçit vermeyen dağları, vadileri ve ormanları bile düşman olarak görüldü. Yok edilmek istendi. Bunun için zehirli gazlar kullanıldı, bombalandı Dersim coğrafyası yakıldı. Dersim insanına özgürlük ruhu verdiği için Munzur’un özgür akışı barajlarla durdurulmak istendi. Dersimlilerin büyük tepkisine rağmen yapılan barajlarla birçok köy, mezra ve verimli arazi sular altında bırakılmıştır.

Toplumun inancı, kutsalları ve hafızası da sular altında bırakılarak toplum geçmişinden koparılmak istenmiştir. Böylece savunmasız kalacak olan toplumu tümden teslim almak istiyorlar. Alevilik inancını Kürt kimliğini ve dilini bu topraklardan söküp atmak için yüzlerce köy ve mezra yakılıp boşaltılmıştır. Binlerce Dersimli katledilmiş, işkencelerden geçirilmiş, sürgüne gönderilmiştir. Bu soykırım CHP’nin kurucu parti olarak öncülük ettiği Kemalist Cumhuriyet’in 91 yıllık tarihinde gerçekleşmiştir.             

DERSİM’DE DEVLETİN TEMSİLİ CHP’DİR

Dersim halkı, devrimci güç birliğine giderek politik seçeneğini yaratmıştır. Önemli bir başarı düzeyini yakalayacağı kesindir. Ancak Dersim’de kirli oyunların oynandığını da biliyoruz. Gerek AKP’nin gerekse CHP’nin oy karşılığında birçok kişiye işe alma sözü verdiklerini, yine her oy için bol bol para dağıtarak halkın iradesini satın almaya çalıştığını biliyoruz. Özellikle Fethullahçıların bu yönlü çok yoğun bir çaba içerisinde olduğuna dair elimizde bilgiler vardır. Taşıma oylarla CHP’nin kaybetmesi engellenmek isteniyor, çünkü devlet CHP eliyle Dersim’i kontrol altında tutmak istiyor. Türk devleti Kürdistan’ın diğer bölgelerini nasıl AKP eliyle kontrol altında tutmak istiyorsa benzer şekilde Kızılbaş Alevi olan Dersim’i de CHP eliyle sisteme bağlı tutmak istiyor. Dersim’de devleti AKP değil CHP temsil ediyor.

ESAÇ AMAÇ ALEVİLERİ ALDATMAK

Türkiye’de geçmişten beri merkez sağ partiler ağırlıklı olarak Sünni-Hanefi İslam’ı esas alarak siyaset yaptılar. CHP bu durumdan faydalanarak kendisini Alevilere yakınmış gibi gösterip Alevileri ve Dersimlileri aldatmak istedi. Oysa 30.11.1925 tarihli Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kanun ile Tekke, Zaviye ve Dergâhları kapatan, Alevilerin ibadet yerlerini yasaklayan ve Alevilerin dini unvanlarını yok sayan Mustafa Kemal önderliğindeki CHP iktidarıdır. Aynı şekilde 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan bir yasa ile Hanefi Müslümanlığı ekseninde Diyanet İşleri Başkanlığını kurup Alevileri dışlayan aynı CHP zihniyetidir. Türk-İslam sentezine dayalı tek tip toplum yaratan CHP’dir. Ama günümüzde Kürt ve Alevi olan Kemal Kılıçdaroğlu’nu genel başkanlığa getirerek Kızılbaş Kürt Alevileri ve Türkmen Alevileri aldatmak isteyen aynı CHP’dir.                                                                                                                                            
Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir kaset operasyonuyla CHP’nin başına getirilmesinin esas amacının Alevileri aldatmak olduğu bu gün daha nettir. Kürt halkının, özgürlük mücadelesini yükseltip zafere doğru yürüyüşünden endişe eden uluslararası güçler ve derin devlet, demokratik karakteriyle Kürt Özgürlük mücadelesinin doğal müttefiki olan Alevilerin Kürt Özgürlük Hareketiyle ittifakını önlemek için Kemal Kılıçdaroğlu’nu özel bir görevle CHP’nin başına getirdiler. Amaç CHP eliyle Alevilerin sistemden kopuşlarını engellemekti.

Başta Dersimliler olmak üzere Kızılbaş Kürtler ve Aleviler çok iyi biliyorlar ki Kemal Kılıçdaroğlu Alevi bir Kürt’tür. Ancak Kılıçdaroğlu ısrarla Aleviliğini ve Kürtlüğünü inkâr ediyor. Acaba Kürt ve Alevi olmak çok kötü bir şey mi ki Kılıçdaroğlu bu kimliklerini reddediyor. Alevilere ve Kürtlere büyük eziyetler edilirken, binlercesi zindana atılırken ses çıkarmayan Kılıçdaroğlu cezaevindeki Türk Askeri ve Polisi için ne kadar da duyarlı! Yakın zamanlarda, Dersim’de Laç deresinde 1937-38 soykırım harekâtında katledilen insanlarımıza ait yüzlerce kemik parçaları yakınları tarafından bulununca hiçbir tepki vermeyen Kılıçdaroğlu, Türk devletinin çıkarları konusunda ne kadar da hassas! Ergenekoncu generallere, polislere ve Atatürk’e karşı gösterdiği duyarlılığın milyonda birini partisi CHP’nin iktidarı döneminde Dersimde yapılan zulümlere göstermiyor. Ancak kendisini ve halkını inkâr ederek CHP’de yer bulabileceğini çok iyi biliyor. Bu yüzden Kürt ve Alevi inkârcılığına sıkı sıkıya sarılıyor. Cemaat ve Ergenekoncularla büyük bir istekle kol kola giriyor.

Gülen Cemaati ile CHP kirli ittifaklar yapmaktan çekinmezken, Hüseyin Aygün CHP’nin, Dersim’de belediye başkanlığını kazanması için özel ve gizli çalışmalar yapıyor. Geçmişte Kamer Genç böyle bir görevi üstlenmişti. Dersim’i tarihsel, demokratik ve devrimci kimliğinden uzaklaştırmak için özel görevler üstlendi. Türk devletine önemli hizmetlerde bulundu. Ama artık siyaseten taşınamaz duruma geldiği için yerine Hüseyin Aygün konulmaya çalışılıyor. Bu tip kişiler Dersim halkının devrimci ve özgürlükçü saflarda yer almaması için her türlü çabayı sergiliyorlar. Kamer Genç başka bir rol oynarken, Hüseyin Aygün bambaşka bir rol oynuyor. Hüseyin Aygün Sosyalist olduğunu Alevilerin haklarını savunduğunu söylüyor. Ama sosyalistlerin, Kürtlerin ve Alevilerin düşmanı olan ırkçı ve faşist MHP’li Mansur Yavaş ile kol kola girerek CHP’nin başarısı için çalışıyor. Bu noktada şu deyimi söylemekten insan kendini alamıyor; ‘Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!’

Hüseyin Aygün CHP’li olarak Alevilerin ve Zazaların haklarını savunduğunu iddia ediyor. Ancak milletvekilliğini yaptığı parti olan CHP Dersimde binlerce Kirmanc Aleviyi vahşi bir şekilde soykırıma uğratmadı mı? Hüseyin Aygün’ün partisi CHP’nin sembol isimlerinden Atatürk ve İsmet İnönü, Dersim katliamının mimarlarından değiller mi? İsmet İnönü 21 Ağustos 1935 tarihli Kürt Raporu ile Dersim’deki kanlı katliamların önünü açmadı mı? 25 Aralık 1935 tarihli Tunceli Kanunu bu rapora dayanılarak çıkarılmadı mı? 2 Ocak 1936 tarihinde resmi gazetede yayınlandıktan sonra bu kanun gereği katliam hazırlıklarına CHP iktidarı başlamadı mı?

Dersimlilerin  ‘Tertele’  olarak adlandırdıkları Dersim 1937-38 soykırımı ikinci bir Kerbela olayı değil midir? Hüseyin Aygün öyle görmeyebilir ama Dersim halkı yaşadığı büyük acıyı Kerbelaya benzetmiştir. Dersim soykırımında katledilmek için toplanan insanlar kendi yaşadıkları acılar ile Kerbela katliamı arasında benzerlikler kurmuşlar ve bunu ağıtlarında dile getirmişlerdir. Kafile halinde ölüm yolculuğuna çıkarılanların söylediği şu ağıt bu yakıcı gerçekliği çarpıcı bir şekilde dile getirmektedir.

‘Pîrê  mi   xo re   efkâr   meke
 Roza    ke imam Uşen  Kerbela de  Şeyîd Kerdê
A  wa    Pîrê    mi  a   roze    na    wa’

 Türkçesi: ‘Efkârlanma Pirim, İmam Hüseyin’i Kerbela ’da Şehit ettikleri gün, O dur Pirim o gün bugündür’

KİRMANCKİ KONUŞMAK DERSİMLİLERİN HAKLARINI SAVUNMAK ANLAMINA GELMEZ

Hüseyin Aygün şunu çok iyi bilmeli ki, Kirmanckî (Dimilkî) konuşup Alevi olduğunu söylemek Dersimli Alevilerin haklarını savunmak anlamına gelmez. Hiç kimse Dersimlilerin temiz Alevilik duygularını siyasi hesapları uğruna sömürmemelidir. 1937-38’de Dersimlilere,  Atatürk ve İnönü de Alevidir denilerek, büyük Kürt Kızılbaş Alevi katliamı yapılmıştır. Dersim’in Celladı CHP’li Korgeneral Hüseyin Abdullah Alpdoğan da Alevi olduğunu ve Dersimlilerin iyiliği için çalıştığını söyleyerek vahşi katliamı yönetmiştir. Alevi olduğunu söyleyen bu fanatik CHP’li birkaç aylık bebeklerin bile vahşice süngülenmesi emrini vermiştir. Bebekler bacaklarından tutularak o küçük kafaları defalarca taşlara vurularak o günahsız canlar hunharca ve sadistçe katledilmiştir. Bebekler, kadınlar da dâhil birçok Dersim’li diri diri yakılarak Nazivari bir vahşi soykırım gerçekleştirilmiştir.                                                                

30 Mart yerel seçimleri için Dersim halkına yönelik çağrınız nedir? 

CHP’nin Dersim’e girişi binlerce masum Alevi Kürt köylüsünün katliamı ile olmuştur. Geçmişi bu kadar kanlı olan, hala o dönemin değerlerini savunan, Kürtleri inkâr eden, Alevileri oyalayarak ve kandırarak yoluna devam eden CHP’nin peşinden gitmek Alevilik adına kabul edilemez. 

CHP’nin Dersim’de belediye başkanlığı için özel olarak Ankara’dan getirip aday gösterdiği Bahtiyar Aytaç da Dersim’i temsil edemez. Aytaçlar ailesi geçmişte Kürt özgürlük mücadelesine değerli katkılar sunmuştu. Bu ailemizden Erdal Aytaç (Vahap) arkadaş PKK saflarında Kürt halkının özgürlüğü için mücadele ederken şehit düştü. Böylesine onurlu evlatlara sahip Aytaçlar ailesinden Bahtiyar Aytaç adlı birinin CHP’den aday olması utanç vericidir. Aytaçlar ailesinin kendi şehidine sahip çıkarak CHP’nin oyunlarına gelmeyeceklerine inanıyorum.

DERSİM’İN ONURLU TEMSİLCİLERİ SAKİNELERDİR

Dersim onurlu, demokrat ve devrimci insanların yurdudur. Seyit Rızaların, Alişerlerin, Besêlerin, Zarifelerin, Mazlum Doğanların, Sakine Cansızların ve Dersim’de Kızılbaş Kürt Alevilerine zulüm yapan sömürgeci Türk devletinden ve CHP zihniyetinden hesap sormak için canını veren binlerce yiğit devrimcinin yurdudur. Dersimin gerçek temsilcileri bu kahramanlardır.              

Dersim’in onur abidesi, Kürt halkının yiğit kızı, büyük devrimci Sakine Cansız Alevilerin, Kürtlerin, diğer halkların ve inançların, kadınların, emekçilerin ve bütün ezilenlerin kurtuluşu için büyük bir mücadele verdi. Bütün ömrünü halkının özgürlük mücadelesine adadı. Diyarbakır zindanlarında işkenceciler karşısında İnsanlık onurunun yılmaz bir savunucusu oldu. Dağlarda özgür bir kadın gerilla olarak halkına yıllarca hizmet etti. Mücadelenin bütün alanlarında bitmez tükenmez bir devrimci enerjiyle çalışmalar yürüttü ve Dersim’in onurlu bir temsilcisi olmayı bildi.

Dersim halkının Alevilik inancını özgürce ve doyasıya yaşaması için, o toprakların büyük bir zenginliği olan Kirmanckî’nin (Dimilkî) tekrar özgürce konuşulabilmesi için PKK yıllarca mücadele etti. Bu mücadelede yüzlerce özgürlük savaşçısı o topraklarda şehit düştü. Birçoğu kutsal bir hazine gibi o dağların doruklarında ve vadilerinde gömülü bulunmaktadır.  

BDP bütün baskılara ve imkânsızlıklara rağmen orada iki dönemdir önemli hizmetler yaptı. Hizmetleriyle Dersim’in çehresini değiştirdi. İnancına ve kültürüne sahip çıkarak geliştirmeye çalıştı.

SALT BİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI SEÇİMİ DEĞİL

Halkımız şunu çok iyi bilmelidir ki 30 Mart seçimleri hepimizin geleceğini yakından ilgilendiren bir seçimdir. Referandum niteliğinde olan bu seçimler salt bir belediye başkanlığı seçimi değildir. Mesele kimin belediye başkanı olacağı meselesi değildir. Seçimler bundan öte bir anlama sahiptir. Aleviler ve Kürt halkı başta olmak üzere bütün ezilen inançların, kimliklerin, kadınların ve emekçilerin kaderini belirleyecek olan bir seçimdir. Bu seçim halkımızın özgürlüğünde bir dönemeç olacaktır.

Halkımızın seferberlik ruhuyla seçim çalışmalarına katılması gerekmektedir. Oylarını BDP-HDP ve Devrimci Güç Birliği adaylarına vermeleri özgür geleceğimiz açısından son derece önemlidir. Seçime kadar kapı kapı dolaşarak çalışma yürütmeleri gerekir. Bir oyun bile önemli olduğu bu seçimlerde herkes oylarına ve iradesine sahip çıkmalıdır. Halkımızın, CHP’nin ve AKP’nin işe alma vaatlerine ve el altından dağıttıkları paralara tenezzül etmemesi gerekiyor. Kendi kişiliklerinin, iradelerinin parayla satın alınamayacağını BDP-HDP ve Devrimci Güç birliğinin adaylarına verecekleri oylarla göstermelidirler. 

 

 

Dêrsim’de ‘bizden’ olmayanlara oy yok!

M. DELİLA



 
Dêrsim’de kıyasıya bir seçim mücadelesi sürmektedir. Aslında bu seçim 1938’te gerçekleştirilen fiziki soykırımı kültürel soykırımla tamamlamak isteyenlerle Dêrsim kimliği, dili, kültürü ve inancını yaşatmak isteyenler arasında geçecektir. CHP’nin kazanması kültürel soykırımcı zihniyetin, BDP’nin kazanması ise Dêrsim’i kendi kimliği, dili, kültürü ve inancıyla yaşatma isteğini ifade edecektir. Bu düzeyde tarihsel anlamı vardır. Nasıl ki Kürdistan'ın diğer bölgelerinde AKP'nin kazanması kültürel soykırımcı sömürgeciliğin kazanmasıysa, Dêrsim’de CHP’nin kazanması da aynıdır. Kürdistan'da AKP ne ise Dêrsim’de CHP odur. CHP Kürdistan'ın AKP’sidir. 
CHP zihniyetine göre Seyit Rıza cahil bir insandı ve devlete isyan etti. Bu nedenle Dêrsim’de katliamlar oldu. CHP bu zihniyetini 1938 sonrası yetişen bazı Dêrsimlilere kabul ettirmiştir. Özellikle okuyan bir kısım Dêrsimli'ye bu tezi benimsetmiştir. Kamer Genç gibiler de bu tezi savunan Dêrsimlilerin başında gelmektedir. Zaten bu nedenle Kenan Evren’in Meclisine girmiş, DYP’den Meclis Başkan Vekili olmuştur. Bu nedenle 30 yıldır Kamer Genç devlet katında muteberdir. Kamer Genç’in devlet kapısında işleri görülerek Dêrsim içinde etkisini sürdürmesi hep bir derin devlet projesi olmuştur. Yani Kamer Genç devletin Dêrsim’deki beşinci kolu gibi çalışmış ve çalıştırılmıştır. Özellikle de PKK'ye karşı olduğu için devlet katında büyük değer görmüştür. 
Ancak Kamer Genç kişiliğinin teşhir olup artık Dêrsimlileri aldatamadığı bir süreçte bu defa Kemal Kılıçdaroğlu Dêrsim’i devlet politikalarına bağlama köprüsü haline gelmiştir. Zaten CHP devletin klasik politikalarını savunan bir partidir. Türk-İslam sentezi aslında CHP iktidarları zamanında Türkiye'ye dayatılmıştır. Ulus-devlet anlayışıyla Kürtlerin başta Dêrsim olmak üzere doğal otonomilerini ortadan kaldırması hedeflenmiştir. Şeyh Sait ve arkadaşlarıyla Seyit Rıza ve arkadaşlarının idam edilmesi bu otonomileri ortadan kaldırma ve bu temelde kültürel soykırımı sağlamak için gerçekleştirilmiştir. 
Dêrsim’de seçim "bizden" denilen Kılıçdaroğlu ile gerçek "bizden" olan BDP eşbaşkanları arasında geçmektedir. Dêrsim’de CHP’li adayın hiçbir kimliği ve kişiliği yoktur. Zaten seçim onunla BDP’li adaylar arasında geçmiyor. Geçen genel seçimlerde "Bizden biri Başbakan olacak" diye propaganda yapılmıştı. Böylece Alevilerin (Kürt-Türk) CHP’ye oy vermesi sağlanmaya çalışılmıştı. Yıllarca ezilmiş, horlanmış Aleviler de bu propagandanın etkisiyle CHP’ye oy vermişlerdi.  "Bizden" kavramı Alevilerde önemli bir kavramdır. CHP Dêrsim’de şimdi de bunu istismar etmektedir. Bu nedenle kim bizdendir, kim bizden değildir kavramını netleştirmek önemlidir. Kılıçdaroğlu yakın zamana kadar "Dêrsimliyim" diyemiyordu. Başta yurtsever demokrat Dêrsimliler olmak üzere demokratlar, devrimciler "Kılıçdaroğlu Dêrsimliyim bile diyemiyor" diye sıkıştırınca, sonunda Dêrsim’de ben Dêrsimliyim demek zorunda kaldı. 
Biz olmak Dêrsimliler için gerçek Dêrsimli olmaktır. Bu da hem Kirmançkî kimliğine hem de Alevi kimliğine sahiplenmekle olur. Bu iki kültürü Dêrsim’in temel kültürü olarak kabul etmek gerekir. Kirmançkî ve Alevi kimliğini bırakıp Türkleşmek ve Aleviliği de devletin istediği biçimde anlamak ve yaşamak Dêrsimli olmaktan uzaklaşmaktır. Türk devletinin temel politikası, Türkleştirmek ve Sünnileştirmek olduğunu çok iyi bilmekteyiz. Bu politikanın anası da, babası da, gerçek savunucusu da CHP’dir. Bu zihniyet ve politika farklılıkları yok etmeyi hedefler. Zaten şu anda Kirmançkî dili yok olmaya yüz tutmuş, Fethullahçılar eliyle de Alevilik devlete yedeklenmeye çalışılmaktadır. Bu tek tipleşmenin içinde yer alanlar Dêrsimlilik anlamında "biz" olabilirler mi? Tabii ki hayır. Biz olmak ancak farklılıkların özgürce yaşam bulduğu yerde gerçekleşir.
"Biz" demek bir toplum gerçeğini ifade eder. "Biz" kavramında toplumsal kimlik ve haklar söz konusudur. Türkiye'de Türklük dışında farklı toplumsal kimlik ve hak tanımayan bir CHP’ye oy vermekle nasıl "bizden" olunabilir? Ya da böyle bir CHP’nin lideri ya da adayı nasıl bizden olur? CHP hala ulus-devlet fetişizmi içindedir. Yerelleri, yani farklı toplulukları ve biz olmak isteyenleri kabul etmiyor. Tek biz vardır, o da Türklüktür, Sünniliktir. Böyle bir partinin genel başkanı "bizden" olamaz. Bu açıdan tüm Dêrsimliler, Alevi Kürtler ve Aleviler "biz" kavramı üzerinde daha gerçekçi durmalıdırlar. Kimin "bizden" olduğu ya da olmadığını bilerek ona göre tutumlarını almalıdırlar.
CHP Kürt ve Alevi inkarcılığı yapan bir parti olarak tarihteki yerini almıştır. Daha sonra laiklik demagojisi altında Alevilerin oyunu alsa da, esas olarak Türk-İslamcı stratejiden vazgeçmiş bir parti değildir. Kürtlüğü ister Kurmancî, ister Kirmançkî konuşsun bitirmeyi hedeflemiştir. Dil sadece bir konuşma aracı değildir, aynı zamanda bir kültür taşıyıcısıdır. CHP’nin ne Kirmançkîyi ne de Aleviliği özüyle canlandırma politikası vardır. Dêrsim ancak çevresiyle demokratik özerk bir bölge olur ve kendi kendini yönetirse o zaman kimlik, dil, kültür ve inanç olarak asimilasyondan, kültürel soykırımdan kurtulabilir. BDP Dêrsim’in Kirmançkî ve Alevi kimliğiyle bir özerk bölge olmasını savunmaktadır. Dêrsim aslında Bingöl, Elazığ, Erzincan, hatta Sivas’ın bir kısmını kapsayan daha geniş bir coğrafyadır. Devlet bilinçli olarak Dêrsim’i parçalayıp Tunceli adıyla asimilasyon ve kültürel soykırımı hızlandırmıştır. CHP'ye oy vermek, bu soykırıma boyun eğmek, BDP'ye oy vermek ise bu soykırıma karşı çıkarak kendi kimliğiyle yaşamaktır. Gerçek anlamda "biz" olmak ancak BDP ile olur. Çünkü BDP tüm farklı kimlik ve inançların tam özgürlüğünü savunmaktadır.
Eğer bugün Dêrsim’de Kirmançkî ve Alevi kimliğinde bir canlanma olmuşsa bunda BDP belediyelerinin etkisi çok büyüktür. Zaten Seyit Rıza heykelinin yapılması 38 soykırımının Dêrsimlilere yaşattığı travmanın aşılması açısından psikolojik devrim niteliğinde olmuştur. Seyit Rıza’nın heybetli bir heykelle onure edilmesi kadar 38 katliamına verilmiş doğru bir cevap olamaz. Dêrsim’in ve gençliğin geçmişini hatırlaması için Seyit Rıza heykelinin yapılması büyük bir adımdır. Böylece o güne kadar CHP başta olmak üzere devletin Seyit Rıza için yaratmak istediği algı yerle bir edilmiştir. 
Seyit Rıza heykeli aslında 38 soykırımına verilmiş anlamlı bir cevaptır. Seyit Rıza’nın heykelinin dikildiği bir yerde CHP’ye oy vermek en başta da Seyit Rıza’nın kemiklerini sızlatır. Seyit Rıza heykeliyle Dêrsim’de herkese bakarken biz olmaktan vazgeçmeden CHP’ye oy verilemez. Seyit Rıza "bizin" sembolüdür. Seyit Rıza biz ise, Kamer Genç, Kılıçdaroğlu ve Hüseyin Aygün "bizden" olamaz. 
Eğer "bizden" biri varsa, o da Edibe Şahin’de sembolleşen kimliktir. Hem Kirmançkî kimliğine hem de Aleviliğine sahiplenerek belediye başkanlığı yapmıştır. Biz Kürt değiliz diyerek devlet ağzıyla konuşmamıştır. Şimdi "bizden" olan Edibe Şahin’in yerine "bizden" olan Mehmet Ali Bul ve Nurhayat Altun belediye eşbaşkanlığı adayıdırlar. Bizden olanlara mı oy verilecektir, bizden olmayan, aslını inkar edenlere mi oy verilecektir? 1938 öncesi kimlik bizdendir. 1938 sonrası devletin beyaz soykırımı ve okullarında yetişen kimlikler "bizden" değildir. Dêrsim’de doğup, kimliğini inkar edip Tuncelileşenler bizden değildir. Bu nedenle Dêrsimliler "bizden" olmayanlara oy vermemelidir. 
Dêrsim 38’deki resimler göz önündedir. Bu resimlerde Dêrsimlilere neler yapıldığı ortadadır. Bu resimler unutularak yaşanabilir mi? Unutmak en büyük ihanettir denir. "Biz" ve "bizden" olanlar bu resimleri görmezlikten gelemez, unutamaz. Bu resimler geçmişimizi nasıl sahiplenmemiz gerektiğini göstermektedir. Bu resimler bile Dêrsimlilerin nasıl bir duruş ve tutum içinde olması gerektiğini yüzümüze vurmaktadır. Bu Dêrsimlilik unutulacak, ama biz kendimize Dêrsimli diyeceğiz!Bu resimleri gördüğü zaman beyin ve yürekleri isyan edenler "bizdendir". Bu resimleri görüp de öfke duymayanlar, bu zulmü yapanların tek tipleştiren politikasına karşı çıkıp kendi kimliklerinin, inançlarının özerkliğini savunamayanlar bizden olamazlar. 1938’de katliam yapanlar gerici ve barbardılar. Kendi kimliğini ve inancını özgürce yaşamak isteyenler ise gerçek insani değer savunucularıydılar. Dêrsimliler özgür ruhlarıyla ileriydiler, katliamı yapanlar ise zalimlikleriyle geri ve gericiydiler. 
Bu seçimlerde Kürdistan'ın diğer yerlerinde AKP, Dêrsim’de ise CHP tabela partisi haline getirilmelidir. Amed’in, Wan’ın, Mardin’in CHP’si AKP’dir, Dêrsim’in AKP’si CHP’dir. Her iki partinin de Kürdistan'daki politikası tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayraktır. Çok tepki çekeceğinden tek dil ve tek din diyemiyorlar. Ancak bu devletin politikasında bu da vardır. 
Dêrsim halkı kendi cinslerini tuzağa düşürmek için öten keklik soyluların oyunlarına gelmemelidir. Sahte "bizden" olanları görerek gerçek "bizden" olanlara sahip çıkmalıdır. Özellikle son yıllarda dil, kimlik ve inanç özgürlüğünün dağdaki gerilla ve yerel yönetimlerdeki BDP belediyeleriyle gerçekleştiğini iyi görmelidirler. 
Bu vesileyle MKP’lilere de seslenmek istiyoruz. MKP de Dêrsim’de bir kitleye sahiptir. DHF kimliğiyle seçime katılmaktadırlar. MKP Dêrsim’de objektif olarak CHP’nin işine yarayacak bir politika izlememelidir. MKP’nin yeri Devrimci Güç Birliğidir. Devrimci Güç Birliğiyle ittifak tartışmaları yapılması bu gerçeği göstermektedir. MKP mücadele geçmişiyle ters düşemez. Devrimci Güç Birliği tüm devrimciler için bir avantajdır. MKP bu gerçekleri görmelidir. İttifak görüşmeleri karşılıklı eksikliklerden dolayı başarısız kalmış olabilir, bunu gidermek ayrı kalarak olamaz. MKP de Devrimci Güç Birliği adayı etrafında toplanmalıdır. 2000 yılında Dêrsim’de şehit düşen Cafer Cangöz, Aydın Hanbayat ve arkadaşları kesinlikle Devrimci Güç Birliği içinde olmak isterlerdi. Kürt Özgürlük Hareketi bunların anısına saygının gereği de mücadele yürütmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi İbrahim Kaypakkaya, Deniz Gezmiş ve Mahir Çayanların şahadetine bağlılığın gereği mücadeleyi geliştirerek bugünlere gelmiştir. MKP’nin de bu geleneğe sahip çıkan hareketlerle ortak noktada buluşması kadar doğal bir şey olamaz. Bu çerçevede MKP ve onun sempatizanlarına bir daha düşünmeleri çağrısı yapıyoruz. Bu çağrıların büyük bir sorumlulukla dikkate alınacağını düşünüyoruz. Kürt Özgürlük Hareketi de her zaman devrimci sorumlulukla hareket edecektir. 

 

 

MUSTAFA KARASU
 

Dêrsim ve Güneybatı’daki seçimlerin anlamı

Kürdistan’da seçimlerin anlamı çok fazladır. Seçim her şeyden önce siyasi sömürgeciliğe karşı Kürt’ün kendi siyasi iradesine sahip çıkması ve kendi kendini yönetme iradesini ortaya koyması anlamına gelmektedir. Kürdistan geneli için böyleyken; Dêrsim, Maraş, Malatya, Adıyaman gibi alanlarda ise daha da farklıdır. Buralarda seçim aynı zamanda kendi olma ve kültürel soykırıma tavır almayı ifade etmektedir. Bu açıdan daha tarihsel ve yaşamsaldır. Varlık ve yokluk mücadelesi gibidir. 

Türk devleti Kürdistan’da kültürel soykırımı kapsamlı bir planla adım adım yürütmüştür. Şark Islahat Planı tüm Kürdistan için bir soykırım planıdır. Bu soykırım planı içinde de Dêrsim ve Kuzey Kürdistan’ın Güneybatısı olarak ifade edilen Fırat’ın batısındaki Kürt illeri özel olarak hedeflenmiştir. Türklerle sınırı olan bu iller, kültürel soykırımın ilk hedefi olmuştur. Diğer alanlardaki Kürtlerden inanç farkı olması da kullanılarak Türkleştirmenin birinci hedefi yapılmıştır. Şu anda burada belirli düzeyde etkili olan asimilasyon ve kültürel soykırım gönüllü benimsenmemiştir. Aksine Kürdistan’daki en büyük katliam ve soykırım olan 1937-1938 soykırımı üzerinden bu Kürt illeri, özellikle Alevi Kürtler hedeflenmiştir. Bir yönüyle Kürdistan üzerindeki en kapsamlı baskı ve soykırım sistemi Alevi Kürtler üzerinde uygulanmıştır. Türk yerleşim yerlerine yakın olmaları ve Kürtlük yanında Alevi inancı üzerindeki baskı iradelerinin daha çabuk kırılması, Türklüğe daha çabuk koşmalarını beraberinde getirmiştir. İnancıyla ağır baskı altındayken bir de Kürtlüğü üzerinden baskı görüp yaşamının çekilemez hale getirilmek istenmesi karşısında, Türkleşmeye yönelik kültürel soykırıma daha az dirençli olmuştur. Alevi inancı üzerindeki baskının getirdiği katmerli baskı bunda çok etkili olmuştur. Aleviliğinde direnen bu topluma bir de Kürtlüğünde direnirse başına her şey getirileceği hissettirilmiştir. Dolayısıyla Alevi Kürtler üzerinde neden kültürel soykırım daha kapsamlı uygulandı derken Alevi Kürtler üzerinde böyle katmerli bir baskı yürütülmesini hiç unutmamak gerekir. Bu yönüyle mahalle baskısı denilen olgu Alevi Kürtler üzerinde daha fazla uygulanmıştır. Bugün Alevi Kürtlerin kültürel soykırıma daha fazla uğraması, Türk illerine yakın olması yanında bu durumunun da özellikle görülmesi gerekir. Bu durumun ayrıca incelemeye ve irdelenmeye değer olduğunu vurgulamak istiyoruz. Yoksa ucuz değerlendirmelerle Dêrsim ve Güneybatı Kürtleri üzerindeki politika ve bugünkü durum iyi anlaşılmaz. 
Dêrsim ve Güneybatı’nın en büyük trajedilerinden biri de binlerce yıldır yurt yaptıkları ata ve ana topraklarından göçertilmeleridir. 12 Eylül özellikle bu boşaltmayı özel planlamış ve uygulamıştır. Alevi Kürtler başta Maraş olmak üzere tüm Güneybatı’dan Avrupa’ya kaçırtılmıştır. Alevi olmayan Türk ve Kürt köyleri yerlerinde kalırken, Alevi Kürt köyleri tümüyle boşaltılmıştır. Böylelikle Kürdistan’ı Türkleştirme ve Kürtlerden arındırma politikasına köklü bir çözüm bulmuştur. Kuşkusuz bu sonuç Şark Islahat Planı’nın adım adım uygulanmasının sonucudur. Ancak 12 Eylül’de özel uygulandığı açıktır. 12 Eylül zaten tüm Kürdistan’ı Türkleştirme hamlesiydi. Bunu ilk kapsamlı uyguladıkları yer Dêrsim, Maraş, Malatya, Sivas ve Adıyaman olmuştur. Eğer Diyarbakır zindan direnişi ve 1984 gerilla savaşı olmasaydı aynı uygulama son süratle tüm Kürdistan için uygulanacaktı. Ancak Kürt Özgürlük Hareketi direnişiyle buna dur demiştir. Bu tür değerlendirmeleri ne kadar tekrarlarsak yeridir. Çünkü “Hafıza-i beşer nisyanla maluldür” (İnsan  hafızası unutma sakatıdır) derler. 
Dêrsim, Maraş ve Adıyaman’daki seçimlere, özellikle yerel seçimlere bu nedenle çok önem vermek gerekiyor. Dêrsim ve Güneybatı Kürtlerini soykırıma teslim edecek miyiz, etmeyecek miyiz? Bu seçim döneminde cevap verilmesi gereken soruların başında bu gelmektedir. Örneğin Dêrsim ve Pazarcık’ı esas alalım. Bunun üzerinden değerlendirme yapalım. Dêrsim ve Maraş kültürel soykırımcılara bırakılarak teslim olunacak mı, yoksa Dêrsim ve Maraş’ı size bırakmayacağız denilecek mi? Çünkü buraları CHP ya da başka partiye bırakmak kültürel soykırım sistemine bırakmak ve teslim olmak anlamına gelir. Seyit Rıza’yı 1938’de idam edenlerin, 1978 katliamıyla Pazarcık ve Elbistan başta olmak üzere Maraş’ı boşaltanların amacına ulaşması demektir. Dêrsim’de 1938’de, Maraş’ta ise 1978’de irade kırma harekatı geliştirilmiştir. Desim’de zorla sürgünler yapılmış, Maraşlılar ise zorla kaçırtılmıştır. Hiç kimse Dêrsim’in boşaltılmasının 1938 soykırımı ile, Maraş’ın boşaltılmasının 1978 katliamıyla bağı olmadığını söyleyemez. 
CHP neyin partisidir? Kürtleri Türkleştirme partisidir. Kültürel soykırımın kök partisi CHP’dir. Diğer patiler çok partili yaşamdan sonra CHP’nin kültürel soykırım politikasını devralmıştır. Çünkü bu devlet politikasıdır. Ancak bu politikaya uyanlara yaşam hakkı vardır. Buna uymayan partilere yaşam hakkı yoktur. Türkiye’nin ilk legal sol partisinin (Türkiye İşçi Partisi-TİP) Kürtlerden söz ettiği için kapatıldığı bilinmektedir. 
CHP şimdi Dêrsim’de iddialıdır. Yine Pazarcık’ta yerel yönetim almak istemektedir. Eğer buraları CHP’ye teslim edersek, buraları CHP alırsa buralarda sadece bir partinin belediye başkanı seçilmeyecektir; aynı zamanda buralar kültürel soykırımcı partiye teslim edilecektir. Açıkça Kürtlüğü yok etmek isteyen soykırımcı sisteme teslim olunmuş olacaktır. Buralarda kültürel soykırımın başarılı olduğu bir daha tescillenmiş olacaktır. Bu açıdan özellikle Dêrsim ve Pazarcık bir semboldür. Buralarda BDP ya da HDP kazanırsa bu, kendi olmada ısrar olacaktır. Eğer CHP kazanırsa buralar Türkleşmeye teslim edilmiş olacaktır. Ne denirse densin, anlamı bu olacaktır. Bu açıdan buralarda CHP’ye seçim kazandırmamak çok önemlidir; varlık-yokluk mücadelesidir. Böyle ele alınırsa ciddi yaklaşılmış olur. 
Dêrsim’de kim CHP’nin kazanmasına hizmet ederse o kültürel soykırımcı sisteme destek vermiş olur. Çünkü oradaki seçim sadece bir belediye başkanı seçimi değildir. Bunu oradaki tüm sol güçlerin de bilmesi gerekir. Bu açıdan tüm sol güçlerin ve BDP’nin orada ittifak yaparak CHP’ye seçim kazandırmaması gerekir. Yoksa BDP dahil tüm sol gruplar ideolojik yaklaşımlarına ve varlık gerekçelerine ters düşmüş olurlar. Belki ittifak çalışmalarında BDP’nin de, diğer grupların da hatası olabilir. Ancak Dêrsim gibi bir yerde tepkiyle yaklaşmak yanlış olur, basit yaklaşım olur. İlkeli olmak, tutarlı olmak çok önemlidir. Burada CHP’nin seçim kazanması bir İzmir, Antalya ya da başka bir yerdeki seçim kazanması gibi değildir. Dêrsim’de CHP’nin seçim kazanması, Seyit Rıza’yı idam edenlerin, Şark Islahat Planı’nın seçim kazanmasıdır. Bunu böyle anlamamak saflıktır, kendini kandırmaktır, ya da Dêrsim’in Kirmançkî ve Alevi kimliğinden vazgeçiyorum demektir. 
Dêrsim’de 1938’den sonra Kürtlük bitirilirken, şimdi de Alevilik bitirilmek isteniyor. Alevilik adım adım Sünnileştiriliyor ya da Şialaştırılmak isteniyor. Cemler ve cenaze törenleri izlenildiğinde bu konuda önemli adımlar atıldığı görülmektedir. 
Pazarcık somutunda Maraş’taki seçim de kültürel soykırımcı sistemle kendi kimliğini koruma arasında sürecektir. Pazarcık’ı CHP’ye teslim etmek, kediye ciğer teslim etmektir; Kürtlüğü kültürel soykırıma teslim etmektir. Bu açıdan Dêrsim seçimi gibi Pazarcık seçimi de bir onur, varlık-yokluk sorunudur. Bunu anlamamak, Alevi Kürtlerin kendi üzerlerindeki oynan oyunları ve kültürel soykırımcı politikayı anlamaması olur. 
BDP Pazarcık’ta mutlaka iddialı olduğunu ortaya koymalıdır. Burada iddialı olmaktan vazgeçmişlik bitmişliktir, tükenmişliktir. Pazarcık’ta bitmişliği ve tükenmişliği oynamak iddiasız olmak, en kötü durumdur. Hem 1978 katliamı lanetlenecek, hem de onun amacı olan kültürel soykırımcı sisteme teslim olunacak! 
1978’li yıllarda CHP’ye oy vermekle 2010’lu  yıllarda CHP’ye oy vermek aynı şey değildir. Şu anda CHP’ye oy vermek tamamıyla soykırımcı devlete oy vermektir. Pazarcık’ta MHP ve AKP’ye oy vermekle CHP’ye oy vermek arasında fark yoktur. Hatta CHP’ye oy vermek daha tehlikelidir. Pazarcık’ta AKP ve MHP’ye karşı direnme varken CHP’ye teslim olma vardır. Direnmek mi iyidir, yoksa teslim olmak mı? Tabii ki direnmek! 
CHP’ye oy vermezseniz AKP ya da MHP kazanır demek kadar kötü bir şey yoktur. Zaten hep böyle denilerek bu düzen partilerine bir alternatif yaratılmamıştır. Bu tam bir tuzaktır. Bu tuzaktan kurtulmadıkça ne Aleviler, ne Kürtler, ne emekçiler özgür ve demokratik yaşama kavuşabilirler. Yıllardır AKP bize oy vermezseniz CHP, CHP bize oy vermezseniz AKP kazanır demiştir. Daha önceki yıllarda da benzer söylemle halkın oyları iki partiye yönlendirilmiştir. Bu nedenle düzen partilerinin biri iktidar, biri muhalefet olmaktadır. CHP AKP’yi iktidar yapmakta, AKP de CHP’yi muhalefet yapmaktadır. İkisinin varlığı da birbirine bağlıdır. Böylece her ikisinin de “Çanına ot tıkayacak” demokratik alternatif ortaya çıkmamaktadır. 
CHP döneminde belediyeler yolsuzluk ve hırsızlıkta ileri gittiği için Erbakan’ın Refah Partisi tüm belediyeleri kazanmıştır. Hatta Tayyip Erdoğan CHP zihniyetindeki belediyelerin yolsuzlukları üzerinden İstanbul belediye başkanı olmuştur. CHP belediyeleri kazandığı her yerde 15-20 yandaşını zengin etmekten, birkaç yüz yandaşını işe almaktan başka bir şey yapmayacaktır. “Biz yemesek onlar yiyecek” ya da “Onlar şimdiye kadar yedi, biraz da biz yiyelim” diyecektir. CHP belediyeciliği bundan farklı olmayacaktır. 
CHP’nin rantçı karakteri Dêrsim ve Pazarcık’ta hafif kalır. Çünkü Dêrsim’de ve Pazarcık’ta rant ve yolsuzluktan öte kötü bir rol oynayacaklardır. Kültürel soykırımcı sistemin başarı sembolleri olarak buralarda belediye başkanlığı yapacaklardır. Onların belediye başkanlığı ortamında kültürel soykırım daha da geliştirilecektir. Bu açıdan CHP’ye oy vermek amiyane deyimle celladına oy vermektir. 
Şu da bilinmeli ki, Kemal Kılıçdaroğlu CHP’nin başına, Kürtleri ve Alevileri aldatıp kültürel soykırım potasında eritmek için getirilmiştir. Alevi Kürtler “Bizden biri başkan oluyor” diyerek CHP’ye oy verecek, böylece başta Dêrsim olmak üzere Aleviler kültürel soykırım potasına sokulup burada eritilecektir. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına getirilmesinin esas nedeni budur. Yoksa Kemal Kılıçdaroğlu’nu CHP’nin başına getirmezlerdi.